İçimdeki çocuk ve yetişkin sapsarı, ılık bir güneşin altında göz göze geldi. Çocuğumun gözlerindeki pırıltı, yetişkinimin meraklı, sorgulayan gözlerine takıldı.
Söze şöyle başladı Yetişkin:
– Önümüzde bir gün hatta bir ömür. Senle ben; iki yakın yol arkadaşı. Kol kola verip yürümesi gereken iki ortak. Var mısın çocuk benim gözümle bakmaya önümüzde uzayan yola?
Çocuğun gözlerindeki pırıltı yerini heyecana ve meraka bırakıyordu ve bu ayrıntıyı yetişkin fark etmişti. Kaçırmak istemedi bu fırsatı, devam etti:
– Gözlerindeki merakın farkındayım, haydi sor da başlayalım.
– Hani geçen gün aldığımız karar vardı ya… ( burada “Günaydın” yazıma göz atabilirseniz yazının geri kalanı daha verimli okunabilir). En emin olduğumuz anda içine düştüğüm kararsızlık, ardından gelen korku ve onu takip eden vazgeçiş…
– Evet iyi hatırlıyorum. Nedir merakını tetikleyen?
– Ne yaptın da korkum dindi, ne yaptın da büyüyen gözlerim eski halini aldı ve ne yaptın da kararı uygulayabildik? Bilmek istiyorum!
– Peki hazırsan başlıyorum.
Kafan karışmıştı. Halbuki karar doğru alınmış bir karardı. Ben bu kararı çok çalışarak, düşünerek, birçok analiz sonucu ve de en önemlisi senin ve benim yani bizim ihtiyaçlarımızı gözeterek almıştım. Sense sabah uyandığımızda yönetimi eline almış ve beni göz ardı etmiştin. Ama seni anladım. Korku misafir olunca yüreğine, sana neler yaptırabileceğini iyi biliyorum. Bunu defalarca yaşadık…
– Evet, o gün de çok korkmuştum ve bir ses son derece yanlış bir karar aldığımı tekrarlayıp duruyordu.
– Zaman zaman yanlış yolda da olabilirsin. Unutma ki ben varım! O sabah “hikayelere” gitmiş olduğunu fark ettim. Şimdi gittiğin hikayeyi anlatmak ister misin?
– Haklısın, hikayelere gittiğim doğru. Aynı hikayeyi defalarca yaşadım sanki o gece.
3-4 civarında yaşım. O güne kadar merdivenlerini dahi çıkmaya cesaret edemediğim kaydırağın önündeyim. Annem ve babam kontrollü bir uzaklıkta, gözleri ise üzerimde. Uzun uzun izledim kayan çocukları. Farkındalığı yüksek bir izleme haliydi bu. Kollarını bacaklarını nereye koyduklarını, hızlarını, kendilerini kaydırağa nasıl bıraktıklarını, hızları kesildiğinde kendilerine nasıl hız kazandırdıklarını bir bir kaydediyordum.
– En çok ne dikkatini çekmişti çocuklarda?
– Kaydıktan sonraki mutluluk halleri tabi! Kayar kaymaz yerden kalkışları, neşeli, sabırsız, heyecanlı halleri bir bir aklımda. Neşeleri beni çok etkilemişti. İşte o neşeydi benim istediğim de… Uzunca bir süre izledim. Kayan çocuklar değişiyordu. Bir kaçı gidiyor yerine yenileri geliyordu. Düşenler oluyordu ara sıra. Ama düşenler bile kalkıyor tekrar kayıyorlardı. Düşenlerin vazgeçmeyişi bana ayrı bir cesaret vermişti.
– Sen olanları izlerken ben de kayıttaydım. Düşenler kalkanlar, aldıkları sonuçlar ve riskler dikkatimi çekmişti.
– Durdum baktım. Baktım düşündüm. Düşündüm ve uyguladım. Kararlı adımlarla kaydırağa doğru ilerledim. Özellikle az çocuğun olduğu bir ana denk getirmeye çalıştım ilk deneyimimi. Kendime güveniyordum çünkü izlemiştim. Veeee kaydım! İşte yerdeydim. Kısa hem de çok kısa süren yol bitmiş, ben ilk deneyimimi yaşamıştım. Başarmıştım ! Şimdi sıra ikincideydi. İlkini yaptıysam ikinciyi de elbette yapabilirdim. Bıraktım kendimi. İlkinin aynısı gibiydi her şey. Ama ters gitti bu sefer bir şeyler ve olmadı işte! Tam ayağımı son basamağa koymuştum ki kendimi bir anda yerde buldum.
– Ve kaydettin :
’Aldığım karar yanlıştı!’
‘Bir daha bunu yapmayacağım!’
‘Hem kaymak da istemiyorum artık!’
‘Tekrar düşmekten korkuyorum!’
‘Beceremedim!’
‘Yarı yolda kaldım yine!’
‘BA-ŞA-RA-MA-DIM !’
Şimdi bunları söylerken bir şeyler fark ettin mi?
– Galiba fark ediyorum ama yine de sen özetle isterim.
– Önemli bir karar almıştık tıpkı kaydıraktan kayma kararın gibi. Paniğe kapıldın o malum sabah çünkü kaydıraktan kayma konusunda aldığın karara ilişkin anıların canlandı. Düştüğün andaki duygu ve düşüncelerini o sabah aynanın karşısında bir daha yaşadın. Üstelik kaydırak kazasında kanayan dizinde bile bir sızı hissettin o sabah.
– Evet, sen benimle konuşmaya, bana sorular sormaya başlayıncaya kadar tam da böyleydi. Sonra sen sordun ben yanıtladım. Yanıtlar geldikçe rahatladım. Kalp atışım dindi, dizimin acısı bile yok oldu.
– Ne yaptığıma gelince; girdiğin illüzyonu fark ettim. O anki korkun gerçek değildi. Sadece çocukluğunda kaydettiğin ve bugün işine yaramayan üstelik seni korkutan, cesaretini ve gücünü emen komutları gözden geçirmene yardımcı oldum. Sorduğum sorularla seni gerçeğe, bugüne nazikçe davet ettim. Sen daveti kabul ettin. Ve biz aldığımız kararı uygulamak için harekete geçtik, geçebildik.
Sevgili okur; yukarıda her birimizin zaman zaman yaşadığı bir içsel konuşmayı aktarmaya çalıştım. Fark ettiğiniz üzere konuşma içimizdeki çocukla yetişkinimiz arasında geçiyordu. Bu tür konuşmalar her birimiz için ortak olmakla birlikte ayrıldığımız bir yer var: Farkındalığımız.
Kimimiz çocuğunu susturur, görmezden, duymazdan gelir. Onu rahatlatmadan korkuya rağmen kendine zorbalık edercesine yoluna devam eder.
Kimimiz kapıldığı korku illüzyonunu gerçekmiş gibi algılar. Aldığı kararı gerçek dışı olan korkular sebebiyle yok sayar ama yine de rahata eremez. Çünkü içindeki bir yer ki o yer de yetişkinidir bilir ki karar doğruydu ve uygulanmalıydı.
Kimimiz ise rahatsızlığı fark eder, ama bu sesin hangi “ego durumundan” geldiğini anlamaya çalışır. Sorular sorarak bir nevi kendini terapiye alır. Korkan çocuğunu anlar, onu sakinleştirir hatta korkunun kaynağına gider, oraya fener tutar.
Her birimizin içinde bu bahsettiğim ve 1950’lerde Eric Berne’ün tanımladığı “Ego Durumları” mevcut. Burada çocuk ( Ç ) ve yetişkin ( Y ) ego durumlarımıza bakmaya çalıştık.
Gördük ki içimizdeki çocuk kadar içimizdeki yetişkinin ve hatta daha sonra bahsedeceğim ebeveynin de görülmeye ve duyulmaya ihtiyacı var.
Çıktığımız bu ego durumları adlı yolda yürümeye devam edelim derim ben. Edelim ki ne çocuğun hükmüne girelim ne de onu görmezden gelelim!